Mynet Trend

BİZE ULAŞIN

Mynet Tatil Bulucu

1 Kimle tatile çıkıyorsunuz?
2 Yurt içi mi yoksa yurt dışı mı tatil yapmak istiyorsunuz?
3 Yaz Tatili mi Kış Tatili mi?
4 Ne tür tatil arıyorsunuz?
5 Vizeniz var mıdır?
6 Balayı Tatili mi yapmak istiyorsunuz?
7 Eğer Seçiminiz yurt içi ise Tatil yapmak istediğiniz yerler?
7 Eğer Seçiminiz yurt dışı ise Tatil yapmak istediğiniz yerler?
8 Eklemek istediğiniz farklı detaylardan burada bahsedebilirsiniz.
    Kalan mesaj: 10

    Gözyaşlarıyla Sulanan Topraklar: Kudüs

    Sandy Tolan'ın Limon Ağacı kitabında anlattığı gibi bu insanlar yüzyıllardır aynı topraklarda beraber yaşıyor ama acı ve gözyaşı bu topraklarda onları hiç yalnız bırakmadı. Kitabın kahramanlarından Dalia Eşkanazi durumu şu sözlerle çok iyi anlatır; "Düşmanımız, bizim sahip olduğumuz tek ortağımız"

    Ani bir iş seyahati için Filistin'e gitmem gerektiğini öğrendiğimde kimilerinin aksine olumlu bir tepki verdim. Filistin pek çok kişiye savaş ve tehlike sözlerini çağrıştırsa da bana uzun zamandır merak ettiğim bir kültürü, daha da önemlisi Kudüs'ü görme imkanını ifade ediyor.

    Aynı zamanda İsrail'in fiili başkenti olan Kudüs'ün dünya tarihinde bu kadar önemli olmasının sebebi; üç büyük tek tanrılı din; İslam, Hrıstiyanlık ve Yahudiliğin kutsal mekanlarına ev sahipliği yapması ve doğal olarak paylaşılamaması. Bunun sonucu olarak da tarih boyunca nice savaşların odağında olmuş Kudüs.

    Filistin ise aslında İsrail sınırları içinde bulunan bir özerk yönetim bölgesi. Temelde birbiriyle karasal bağlantısı olmayan iki bölgeden, Mısır sınırı yakınlarındaki Gazze Şeridi ve Ürdün sınırı yakınlarındaki Batı Şeria'dan oluşuyor.

    Gazze Şeridi yüzölçüm olarak oldukça küçük olmasına rağmen sınırları dahilinde oldukça fazla sayıda insan yaşıyor, dünyanın nüfus yoğunluğu en yüksek bölgelerinden biri. Son yıllarda özellikle İsrail ordusu ile yaşanan çatışmalar ve hatta savaşlar sebebiyle gündemden düşmüyor. Benim gideceğim Ramallah şehrini de barındıran Batı Şeria ise nispeten daha sakin bir yer. Bu yüzden biraz gergin bir yolculuk olması muhtemel ama çok ciddi bir tehlike öngörmüyorum. Ama yine de aileme Filistin'e değil de İsveç'e gittiğimi söylemek daha sağlıklı, endişeye gerek yok.

    Filistin'e yolculuk

    Filistin'e karadan ya da havadan direkt giriş imkanımız olmadığı için tek şansımız İsrail üzerinden giriş yapmak. Bu yüzden bir pazar sabahı İsrail vizeli pasaportumuzla havaalanındaki yerimizi alıyoruz. Yanımda beraber çalıştığım birkaç arkadaşım daha var. Zor bir yolculuk olacağı Atatürk Havalimanı'nda belli oluyor. Tel-Aviv uçuşu için girdiğimiz kuyrukta ilk sorgumuzla karşılaşıyoruz. Neden, ne zaman, nasıl gibi soruların ardından bekleme salonundaki yerimizi alıyoruz. Bir kaç saatlik rötar ve iki saatlik uçuşun ardından akşam sularında Tel-Aviv Ben Gurion Havalimanı'na iniyoruz. Terminale girdiğimizde pasaport kontrolünde uzun kuyruklar bizi bekliyor. Daha önceden bu konuyla ilgili çok şey duyduğumuz için hazırlıklıyız. Ben birkaç basit sorunun ardından kontrolden hızlıca geçsem de yanımdaki diğer arkadaşların geçmesi iki saati buluyor. Onların da bize katılmasının ardından bizi almaya gelen şoförle beraber Ramallah'a doğru yola çıkıyoruz.

    Tel-Aviv renkli bir yer, havaalanı çıkışındaki yollar geniş ve modern, etrafta palmiye ağaçları görmek mümkün. Yaklaşık otuz dakika kadar yol alıyoruz. Ramallah'a gitmek için ana yolda bir tabela, bir ışık ya da benzeri bir şey bekliyorum ancak kendini pek belli etmeyen bir yol ayrımından sapıp, ışıkların birden seyreldiği bir bölgeye doğru yol aldığımızda anlıyorum Filistin sınırına yaklaştığımızı. Az önce gayet düzgün olan yollar yerini nispeten bozuk bir zemine bırakmış durumda. Etraf gayet sessiz.

    Biraz sonra İsrail-Filistin duvarına varıyoruz. Bu duvar İsrail'in güvenlik gerekçelerini öne sürerek Filistin sınır hattı boyunca inşa ettiği ve geçişlere sadece bir kaç kapıdan kontrollü olarak izin verdiği bir yer. Biz de Kalendiye geçiş kapısına doğru gidiyoruz ancak kapı Filistinli çocukların İsrail askerlerine taş attığı gerekçesiyle kapalı. Beklemeye başlıyoruz. Biraz sonra yanımızdan askeri bir araç geçiyor. Araçtan sarkan bir askerin etraftakilere bağırdığını duyuyorum. İşte o zaman nerede olduğumun farkına varıyorum. Şu anda turistik bir gezide ya da ekran karşısındaki rahat koltuğumda değil, her gün yaşanan gergin gelişmeleri televizyondan ya da gazetelerden takip ettiğim İsrail-Filistin sınırındayım.

    Bir süre sonra şoförümüz öncekine göre daha küçük başka bir geçiş kapısından bizi Filistin sınırları içine sokmayı başarıyor. Ramallah'da bizi tek katlı gecekondu benzeri evler ve sokaklarda insanlar karşılıyor. Duvarın iki yanında yaşamların bu kadar farklı olması hiç gerçekçi değil. Kalacağımız yer olan Ramallah'ın tek oteline İstanbul'daki evimi terk ettikten tam on iki saat sonra varıyoruz. Akşam yemeği için dışarıya çıkmaya mecalimiz olmadığından otelde kalmaya karar veriyoruz. Filistin'le ilgili belki de en güzel şey yemekler. Et ağırlıklı büyük porsiyonlu yemeklerimizi afiyetle yiyoruz. Humus, yemeğin olmazsa olmaz parçası. Türkiye'de tattığımda hiç beğenmediğim humusu burada afiyetle mideme indiriyorum. Günün yorgunluğu ve lezzetli yemeklerin ardından uykuya dalmam çok uzun sürmüyor.

    Diğer sabah kahvaltıda buluşuyoruz arkadaşlarla, sonrasında ofise geçerek çalışmaya başlayacağız. Otelden ofise giderken şehrin bozkırlarla kaplı irili ufaklı tepeler üzerine kurulmuş olduğunu farkediyorum. Şehir merkezindeki yapılar dışında evler arasında geniş araziler var. Bazı noktalarda evlerin etrafında dikenli teller ve çitler var. Sonrasında bu evlerin Ramallah'da yaşayan ve bu toprakları terketmeyi reddeden Yahudilere ait olduğunu öğreniyorum. Ramallah şehir merkezi ise son derece kalabalık ve şehre karmaşa hakim.

    Ofise varıyoruz, çalışmaya hazırız ancak sistemin henüz hazır olmaması sebebiyle bugün çalışamayacağımızı öğreniyoruz. On beş dakika içinde günlerdir hayallerimi süsleyen Kudüs seyahatini planlıyorum. Yanımda beraber çalıştığım bir arkadaşım da olacak. Bizi havalimanından Ramallah'a getiren şöförle üç yüz elli şekel, yaklaşık yüz elli Türk lirası karşılığında bizi Kudüs'e götürüp akşamüstü geri getirmesi konusunda anlaşıyoruz. Önce otele uğrayıp üstümüzü değiştirdikten sonra soluğu Kudüs yolunda alıyoruz. Sabah bizi otelden ofise getiren araç kırmızı plakalıyken bu aracın sarı plakaya sahip olması dikkatimi çekiyor. Kırmızı plakaların Filistin plakası olduğunu ve bu plakaya sahip araçların Filistin sınırları dışına çıkamayacağını, sarı plakaların ise İsrail plakası olduğunu ve serbestlik taşıdığını öğreniyorum şoförden. Duvar sadece sınırları ayırmıyor anlaşılan.

    Paylaşılamayan şehir Kudüs

    Duvar boyunca geçiş kapısına doğru ilerliyoruz. İnsanlar duvarın varlığını protesto eden pek çok çizim ve yazı ile düşüncelerini duvara yansıtmışlar. Geçiş kapısında İsrail askerleri aracımızı durduruyor. Askeri kamuflaj içinde görmeyi önceleri garipsediğim bir kadın, elinde uzun namlulu silahıyla şoföre sorular soruyor. Daha sonra bana dönüyor, pasaportumu inceliyor, gülümsüyor, Türkçe bir iki kelime ile bizi selamlayıp geçmemize izin veriyor.

    Kudüs'de ilk durağımız Zeytin Dağı. Burası üzerinde binlerce mezar bulunan ve eski Kudüs'ün kuşbakışı olarak izlenebildiği bir tepe. Yahudi inanışına göre kurtarıcı Mesih bu tepe üzerinden Kudüs'e gelecek. Hıristiyanlar ise Hz. İsa'nın burada çarmıha gerildiğine inanıyor.

    Zeytin Dağı'ndan aşağıya dar sokaklardan inip Eski Şehir'e doğru ilerliyoruz. Kudüs'ün sur içinde kalan bölümü artık "Eski Şehir" olarak anılmakta ve dört ayrı mahalleden oluşuyor. Etrafı, üzerinde toplam yedi geçiş kapısı olan ve zamanında Osmanlıların inşa ettiği surlarla çevrili. Toplam yüzölçümü bir kaç kilometrekare olan bu dört mahalle temel inanışlara göre Müslüman mahallesi, Yahudi mahallesi, Hristiyan mahallesi ve Ermeni mahallesi olarak ayrılmış.

    Elimizdeki şehir haritasına bir göz gezdirip şehre Herod's Kapısı'ndan girmeye karar veriyoruz. İçeride bizi taş zeminli dar sokaklarıyla müslüman mahallesi karşılıyor. Sokaklar kalabalık, sebze ve meyve satan insanlar, okuldan çıkıp evlerine giden küçük çocuklar ve az da olsa turistler. Dar sokaklar zaman zaman üstünde evler olan kemerler ve merdivenlerle devam ediyor. Sokak tabelalarına bakarak yönümüzü bulmaya çalışıyoruz. Tüm tabelalar Arapça, İbranice ve İngilizce olarak yazılmış.

    Eski Şehir'deki tüm ilgi merkezlerini görmek istiyoruz, kafamızda çizdiğimiz rota da buna yönelik. Rotanın ilk durağı olan Harem-i Şerif'in kapısına biraz sonra varıyoruz. Yahudiler ve Hristiyanlar burayı Tapınak Dağı olarak adlandırıyorlar. Bölge Müslüman halkın kontrolünde. Kapıda bizi ellerinde silahlarıyla iki asker karşılıyor. Ziyaret saati olmadığını ve içeri giremeyeceğimizi söyleseler de Türkiye'den geldiğimizi ve Müslüman olduğumuzu belirtince önce kimliklerimizi görmek istiyorlar sonra da içeri girmemize izin veriyorlar.

    Mescid-i Aksa ve Ağlama Duvarı

    Ferah bir bahçeye açılan kapıdan geçip birkaç merdiven çıktıktan sonra altın kubbesiyle bilinen ve pek çok kişinin Mescid-i Aksa Camii ile karıştırdığı Kubbet-üs-Sahra'yı görüyoruz. Kubbet-üs-Sahra gerek Müslümanlar gerekse Yahudiler için kutsal olan Muallak Taşı'na ev sahipliği yapıyor. Müslümanlar Hz. Muhammed'in İslam kültüründe Hacer-i Muallak olarak da bilinen bu taşın üzerinden göğe yükseldiğine ve Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etmek üzere bu taşa yatırdığına inanırken Yahudiler Mesih'in bu taş üzerinden insanlığa sesleneceğine inanıyorlar. Kubbet-üs Sahra'dan içeriye yanımdaki arkadaşın Arapça bilmesi sayesinde rahatça giriyoruz. İçerde Muallak Taşı'nın hemen yanında dua eden ve namaz kılan pek çok insan var. Dışarı çıktığımızda biraz ilerideki Mescid-i Aksa Camiindeki öğle namazından çıkan insanların kalabalığa karıştığını görüyoruz.

    Bu bölge yüzyıllardır Kudüs'deki din savaşlarının temelini oluşturuyor aslında. Çünkü Müslümanlar için kutsal mekanları barındıran bu bölgede, Yahudiler Hz. Süleyman tarafından inşa edilen kutsal tapınağın varlığına inanıyorlar. Mesih'in aynı zamanda bu bölgenin duvarlarında bulunan ve Eski Şehir'in surlarındaki tek kapalı kapı olan Altın Kapı'yı açarak buraya gireceğini ve bu tapınağı tekrar inşa edeceğine inanılıyor. Dolayısıyla ortada çözümsüz bir problemin olduğunu anlamak güç değil. İşte bu sebepten eskiden beri bu bölge üzerinde sık sık çatışmalar, kavgalar ve krizler yaşanıyor. Şu anda Müslümanların kontrolünde olan bölgede Yahudilerin de hakimiyet arayışı hiç son bulmuyor.

    Bölge bizi oldukça etkilemiş durumda, başka bir kapıdan çıkış yapıp Ağlama Duvarı'na geldiğimizin farkına varmıyoruz bile. Etrafta bir anda uzun sakalları, siyah takım elbiseleri, siyah şapkaları, ve saçlarının her iki yanında uzun bukleleriyle radikal Yahudileri görüyoruz. Radikal Yahudilerin saçlarının bu şekilde olmasının Hz. Musa'nın kendilerini bu buklelerden tutarak Tapınak Dağı'ndan cennete götüreceği inanışı olduğunu daha önce öğrenmiştim. Pek çok kişi Ağlama Duvarı'nın önünde dua ediyor, kadınlar ve erkekler arasında bir çit var. Bazıları kendinden geçmiş durumda, ağlarcasına dua ediyor. Duvara yaklaştığımızda küçük boşluklara binlerce katlanmış kağıt sıkıştırıldığını görüyoruz. İçlerinde dualar olmalı. İşin en ilginç kısmı ise Ağlama Duvarı'nın aslında Tapınak Dağı'nı ya da diğer adıyla Harem-i Şerif'i çevreleyen duvarların dış cephesi, bir başka deyişle yahudilerce kutsal sayılan kutsal tapınağın ayakta kalan Batı duvarı olması. Dinlerin bu denli kutsal mekanlarının ne kadar içiçe olduğunu anlatmak için en güzel örnek bu sanırım.

    Ağlama Duvarı'ndan ayrılarak labirenti andıran sokaklara geri dönüyoruz. Yahudi Mahallesi'nden Hristiyan Mahallesi'ne doğru ilerliyoruz. Bir mahalleden diğer bir mahalleye geçtiğimizde atmosfer bir anda değişiyor. Sokakları dolaşa dolaşa Kutsal Kabir Kilisesi'ni buluyoruz. Hristiyanların büyük bir kısmı Hz. İsa'nın mezarının bu kilise içinde olduğuna inanıyor. İçeride kısa bir ayin izliyoruz.

    Kudüs'de akşam olmak üzere, Ramallah'a geri dönme vakti geldi. Farklı dinlerin en radikal üyelerinin bu kadar küçük bir bölgede bir arada yaşaması ve dünyanın kaderini çok eski yıllardan beri böylesine etkilemesi gerçek olamayacak kadar şaşırıtıcı. Kudüs'e bu düşüncelerle veda ediyorum, dünya üzerinde bir benzeri olmayan, asla huzur bulamayan Kudüs'e. Akşamüstü bizi Ramallah'da güzel bir yemek bekliyor. Yatağıma aklımda Kudüs'den kalanlarla uzanıyorum. Sandy Tolan'ın Limon Ağacı kitabında anlattığı gibi bu insanlar yüzyıllardır aynı topraklarda beraber yaşıyor ama acı ve gözyaşı bu topraklarda onları hiç yalnız bırakmadı. Kitabın kahramanlarından Dalia Eşkanazi durumu şu sözlerle çok iyi anlatır; "Düşmanımız, bizim sahip olduğumuz tek ortağımız"

    Başka Türlü Bir Şey'e ait daha fazla içerik için sizi şöyle alalım.

    Mynet Youtube


    En Çok Aranan Haberler